ÇAMAŞIR MAKİNASI SERDAR SEVGİ

avatar

neokusam.org

  • e 3

    Mutlu

  • e 0

    Eğlenmiş

  • e 0

    Şaşırmış

  • e 0

    Kızgın

  • e 0

    Üzgün

                Bugün, yaşadığı bütün kötü ilişkileri üstünde bir yük gibi taşıdığı için durduk yere ortaya çıkan sorunumuz karşısında birbirimize girdiğimiz sevgilim beni terk etti.  Veda cümlesi bile kurmadı valla. Ben salondaydım, o mutfakta. Damarıma basmıştı. Ben de masumane mutfakta yalnız kalıp kendine gelsin diye salona geçmiştim. Bedenim mi yorgundu, ruhum mu bilemedim. Uzandım o yüzden.

                Kahvaltı yapmıştık. ‘’Simit al bana, çok özledim’’ demiştim. Seviyormuş beni… Sadece simit almamış hiç tatmadığım iki tane peynir almış marketten. Özenmiş garibim. Evinden de poşete biber salatalık domates koyup getirmiş, buzdolabımda olmadığını bildiği için. Nasıl olsun? Çürüyorlar. Zaten ülke ekonomisine pudra şekerleriyle çökmüş bir sürü çakal varken, bir de ben mi zarar vereyim.

                Ben hayatta gri olamadım hiç. Ya siyah oldum ya da beyaz. Halbuki bunu ona, elli bin kez söyledim. Anlamadı! Sinirlenince kaparım kendimi ben. Kaçarım hemen o ortamdan. Ne yani dilimi bozup, elimi mi kaldırayım?

                Gerçekten güzel kadındı benim sevgilim. Eşek gibi gözleri vardı. Kendine ayrı, bana ayrı özenirdi. Hayat ne enteresan dimi? Bir gün önce, “Uğur perim” deyip, “Beni çok güzel temsil ediyorsun. ’’ dediğin kadın, çelik bir ev kapısını açıp çıkıp gidiyor. Gitti de…

                Kendimi sorgulamadım desem ayıp olur! Sorguladım valla. A’dan başladım, Z’ye gelince ben kendim bile yoruldum. Ya, ben zaten yorgundum. Ama o çok güzel bakıyordu be. E ama ben de güzel bakıyordum. Biz birbirimize bakınca gece, gündüz oluyordu. Küsler barışıp, evin hayırsız oğlu dine, imana geliyordu.

                Kapattı kapıyı ve gitti. Çok öfkelendim, ama içime bir huzur çarşafı da serildi. Ah bu benim bilmiş hallerim. Sustum ben. Susmadan önce de “Yolun açık olsun.” diye mesaj attım.  Sonra oturdum dizi izledim. O dizide de onu ve onun acılarını hiç hatırlamadan oturup bir güzel ağladım. Hatta öyle ağladım ki diziyi durdurmak zorunda kaldım. Mutfaktaydı çünkü havlu peçete.

                Dizi bittiğinde hatırladım.” Ayrıldınız oğlum.” dedim. Merhamet damarım tuttu yine, en yakın arkadaşına mesaj attım, “Ayrıldık biz, sahip ol ona!” diye.

                Aklının en ucuna gelmeyecek bu haber karşısında direk beni aradı arkadaşı. Çünkü bir saat önce otururken görüntülü arayıp, “Bizim mutluluğumuza nazar değmesin. ” demişti. Nazar değecek çiftler değildik çünkü biz, desek de nazarın büyüğü değmişti bile.  Hepi topu hayatta yaşanılmayacak en kötü olayların içinden geliyorduk.  İkimizde ihmal edilmiştik. İkimizde sömürülmüştük.

                Sükunete vurdum ben kendimi. Meğer ne çok ihtiyacım varmış. Gerçi bir şey düşünmedim. Gittiğini bile düşünmedim. O gitmişti. Ben de salonda koltukta uzanıyordum. Garabet bir gece gibi çökmüş demek ki kendi kendime. Televizyon ekranındaki gerçek hayattan aktarılan, psikolojik dizinin her karesinde kendimi bulup ağladım. Ağlanmayacak gibi de değildi ki kardeşim. Adamlar yaptı mı yapıyorlar.

                Hayatta iyilik iyiliği doğurur. Ben dün bir iyilik yapmıştım işyerinden çok sevdiğim abime. O iyiliğim fırsat olarak döndü sonra bana. Hatta dillendirip bunu iyiliğin önemini vurguladık çalışma arkadaşları olarak. Randevusuz, sıra beklemesiz ikâmetgâhımı oturduğum adrese aldırmıştım hepi topu. Bunu da beni terk eden sevgilime coşkuyla anlatıp kocaman bir öpücük almıştım.

                O çelik kapıdan yüzüme bile bakmadan çıktıktan sonra. Kendi ikâmetgâhımın belgesini almak için evden çıkmak zorunda kaldım. Sigaram kalmamıştı. Kendi olunca başka, elemanı olunca başka türlü sarılmış tütüncümden sarılmış tütün almaya girdim. Telefon etti. Açmadım. Telefon etmeden önce, çarşaf çarşaf hakaret mesajları da yazdı, doğru. Aldırış etmedim. Ah bu ben, tuhaf adamım. Vermesini bol keseden bilirken, bitince de pinti kesilirim.

                Tütüncü yüzünden geri döndüm eve. Tütünleri bıraktım yola koyuldum. Hafiftim gerçekten ya. Bir arkadaşımdan arabasını ödünç aldım. Nüfus müdürlüğünde çalışan bir arkadaşım vardı, Onun sayesinde randevu falan almadan yeni aldığım eve ikametgâhımı aldırmıştım. Ondan evrakları alıp iş yerine uğrayıp izin alacaktım. Hiç durmadı telefonum, hep aradı. Hiçbir mesajına, hiçbir aramasına yanıt vermedim.

                Onla mı uğraşacaktım ben? Onun sarılacak yaraları varsa benim de vardı. Hem belki daha büyüktü! Kim bilebilir? Arabasını aldığım arkadaşıma jest olsun diye bira teklif ettim. Pandemiden dolayı saat farkıyla kaçırdım erken kapanan tekel bayiini. Biz de rakıya oturduk. Konusu açılmadı. O arada da yazdı bir şeyler. Rakı öfkemi bir nebze almıştı, o yüzden kısa ve net yanıtlar verdim.

                Saat ilerlemişti. Kalkıp gitmek farz olunca gitmek zorunda kaldım. Gündüz, papaz olmadan sevişmiştik. Onun yorgunluğunu taşıyordum üzerimde. Her kadeh iki kadeh gibi geliyordu çünkü. Eve geldim. Her gidenin izlerini yok etmek isteyen, her terk edilen gibi ilk iş tüm mesajları silen olmayı kendime yediremeyip, gitmeden bir saat önce seviştiğimiz yatağın tüm nevresimlerini makinaya atmıştım. Üzüntümün, kederimin kasvetini o makina ortadan kaldıracaktı çünkü.

                Çıkarttım bir güzel onları. Önce kokladım. O kokmuyordu. Halbuki o gitmeden önce ben hep onun kokusunu çekerek uyur ve uyanırdım o yatakta. Çamaşır makinasının kazanındaki tüm kirli olarak giren, sonra temiz çıkan. Özlem dolu olarak giren, özlem dolu olmamasını dilediğim tüm ıvır zıvırı; çamaşır leğenine koyarken fark ettim.

                En sevdiğim tişört başta olmak üzere, hepsi yorganın nevresiminin içine girmiş fermuardan. Arkasına bile bakmadan gitmesi acıtmadı canımı da her şeyimin onu unutmak için attığım yorgan nevresiminin içine dolması, çok pis koydu be. Bana ait her şeyin o nevresimde ne işi var arkadaş? Bu kadar mı acımasızsınız, yoksa ben bu kadar mı sefilim?

Çamaşır Makinası (Öykü), Serdar Sevgi

etiketlerETİKETLER

Sıradaki içerik:

ÇAMAŞIR MAKİNASI SERDAR SEVGİ