RUHUMU(ZU)N KUSURLARINI SEVİYORUM

avatar

neokusam.org

  • e 6

    Mutlu

  • e 0

    Eğlenmiş

  • e 1

    Şaşırmış

  • e 0

    Kızgın

  • e 0

    Üzgün

Yaşama tutunma çabasının, her insanın içinde yer edinmiş ve her dilde, her dinde hatta her yerde farklı bir anlam taşıyabilen, biraz da insanı anlayabilme çabasıyla harmanlanmış bir his olduğuna inanmaktayım. Bu çabanın favorilerinden birisi ise kaygı ve bu kaygının kendi içinde de kategorileri var: gelecek kaygısı, iş kaygısı, başarı kaygısı… Sonsuz bir döngüye sahipmiş gibi hissettiren kaygının aslında farklılıklardan ziyade daha çok insanlardan insanlara uzanıyor olduğuna inanmaktayım. Çünkü biliyorum ki bir öğrencinin yaşama tutunma çabasının arkasında var olan şeyler aslında öğrencilik hayatının içerisine sığdırdığı birtakım zorbalıklar, stresli olaylar, mücadeleler… Ve biliyorum ki uzun yıllardır süregelmiş kurallarla ayakta duran bir iş yerinde yeni çalışmaya başlayan bir insanın yaşama tutunma çabasının arkasında mobbingler, maaş günlerinin aksamaları ve sigorta sorunları var. Benim ise tam olarak burada merak ettiğim tek bir soru var: kendi hayatımızı bir başka insanın hayatıyla değiştirme imkanımız olsaydı değiştirir miydik?

 Bir süredir iki farklı hayatın içerisinde gibiyim ya da iki farklı mekanın. Birinci hayat daha çok ideal kapsayan, yapılacaklar listesi doldurmaya odaklı ve hayatın döngüsüne ruhları teslim etmeye odaklı bir hayat. Bu bana görüntüsü olan fakat sesi olmayan televizyon örneğini anımsatıyor. İkinci hayat ise daha çok spontane gelişen olaylar çerçevesinde ilerleyen, döngüsü olmayan ve sadece anda kalmaya adanmış bir hayat; kural yok ve özgürlük var. Bu hayat örneği ise görüntüsü olmayan fakat sesi olan televizyon örneği oluyor biraz. Pek yabancılık çekmiyorum her ikisine de; bir tutam ondan, bir tutam şundan diye ekliyorum hayatıma, hepimiz gibi. Aslına bakarsanız bazen dalgaların çıkardığı sesleri duymuyoruz, sadece görüyoruz ya da sadece duyuyoruz kuşların seslerini, onları görmeden. Ve hatta bazen yengeç görüyoruz ama kabuksuz gezdiklerini fark etmiyoruz. Bazı yengeç türleri büyüdükçe kendi kabuklarına sığamamaya başlar ve bu da onları yeni bir ev –deniz kabuğu– arama yolculuğuna iter. Bu yolculukları aslında onların hayatlarındaki idealleri gibidir fakat her kabukta – her mekanda – farklı hisler deneyimlemiş olurlar. Bu da onların yaşama tutunma çabalarının hem görüntüye hem de sese sahip olduklarını gösterir. Peki ya bizlerin kabuğu?

 Yaşam denilen şey aslında bizlere biraz da bunu sunuyor. Sıradanlaştırılmış olaylar içerisinde kayboluşumuzu keşfettikçe, belki de büyüdükçe, kabuk arayışı döngüsünün içerisine giriyoruz ve ne zaman kendi kabuğumuz ile tanışıyorsak, o zaman onu evimiz gibi sahipleniyoruz ve diğerlerini dışlıyoruz. Farklı mekanlar arasında gidip geliyoruz çünkü hislerin kargaşasında bulanıklık yaşıyoruz; tüm bu eylemler kendi içlerinde hisler nitekim kaygılar barındırıyor. Mekanlar, içinde yaşayanlarla beraber birtakım anlamlar kazanıyor ve kendi içerisinde, yani hafızasında, büyümeye gidiyor kümülatif bir şekilde. Her şey birikiyor, asla silinen parçalar olmuyor böylelikle. Ne zaman ki bir mekanda ‘his’ beliriyor işte o zaman kendi kabuğumuzda oluyoruz, kendi kaygılarımız ile baş başa kalıyoruz.

 Sormak istediğim bir başka soru daha var: daha önce hiç boş bir otobüs süren bir şoföre rastladınız mi? Rastlamamış olma ihtimalinize karşı sizlere bir geri sayım yapacağım: ‘’Uzun bir süredir kendi başınıza yolculuk yapıyorsunuz çünkü artık kendi adınıza ait bir kartınız var, fakat biraz gerisinde ailenizle beraber ilk defa bir yolculuk kartı kullanmıştınız belki de.
Hatta bundan da önce otobüslerde kart sistemi geçerli sayılmıyordu ve az daha gerisinde otobüs muavinleri bulunuyordu, otobüslere on kapıdan binilmiyordu.’’ İşte, bu kümülatif bir birikim. Peki her bir cümlede hissettiğiniz hisler? İşte tam da burada ayrışma gerçekleşiyor; kabuklarımız, kaygılarımız ve yaşama tutunma çabalarımız arasında. Boş bir otobüsün şoförü olmak da aslında bizlere hisler kargaşasının bulanıklığını yaşatıyor; asla ait olmadığımız bir yere aitmişiz gibi hissetmek. Tam da burada ruhumun kusurlarını seviyorum işte. Bizleri ‘kalıplaşmış’ hikayelerden özgür kılan ve yaşamın sadece sizin için var olmadığını anımsatıyor bana bu kusurlarım, böylelikle yüzünün güldüğü ama içinin ağladığı, aynı televizyon örneği gibi, bir palyaço olmadığımı anlıyorum. Ruhumun kusurlarını seviyorum çünkü o otobüsün şoförünün yaşama tutunma çabasını hissedebiliyorum tuttuğu direksiyonda ya da otobüs boş olduğu için içeride yakmadığı ışıklardan.

 Kaygı, birtakım yaşama tutunma çabalarının favori hissi. Bizler, var olduğumuz tüm kusurlarımızla varız, kaygılarımız ile varız ve bir başkasını, ‘diğer’ i anlamak için de var olmaya devam etmeliyiz, hepsi bu. Ufak bir kabuk bulabilme hikayesiyle, anlayabilmek için, anlamlandırabilmek için… Daha çok konuşmamız lazım, daha çok paylaşmamız lazım, daha çok insan olmamız lazım.

Eliza KARAPINAR

etiketlerETİKETLER
Üzgünüm, bu içerik için hiç etiket bulunmuyor.

Sıradaki içerik:

RUHUMU(ZU)N KUSURLARINI SEVİYORUM